İdefix.com

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Dönem Finalim: 8 No'lu String Quartet - Hazel Sever

Şostakoviç'in 8 numaralı do minor Quartet'ini çaldım. Eser ile ilgili ufak bir bilgi demeti ve ardından hislerimi paylaşmak isterim..

Bu eser iki travmatik olayın ardından kısa bir süre sonra yazılmıştır: besteciye konulan omurilik iltihabı tanısı ve isteksizce, zorla Komünist Parti'ye katılım. Söylemlere göre “savaş ve faşizm kurbanları”na adanmıştır.

Birinci bölüm Şostakoviç’in müzikal imzası olan DSCH motifi ile başlar. Bu fazlasıyla hüzünlü, yavaş temayı 1 numaralı cello, keman konçertosu, 10,15 numaralı senfonileri ve 2 numaralı piyano konçertosunda da duymak mümkün. Quartet’in tüm bölümlerinde bu motif kullanılmıştır, ve üçüncü bölümde temel tema daha hızlıdır. Eserde diğer eserlerinden yaptığı alıntılar çok fazla kullanılmıştır: birinci blümde 1 ve 5 numaralı senfonilerinden alıntılar, ikinci bölümde Şostakoviç’in ilk kez 2 numaralı piyano triosunda kullandığı bir Yahudi teması, üçüncü bölümdeki alıntılar 1numaralı cello konçertosundandır, dördüncü bölümde ise 19. yüzyılın devrimci şarkısı "Tormented by Grievous Bondage" ve Şostakoviç’in operasındaki “aşkım, Seryozha” isimli arya’ dan alıntılar kullanılmıştır.


Oda müziği grubum ile beraber, dönem finalimiz için her ne kadar birbirine soluksuz bağlanan 5 bölümlü bir dörtlü olsa da sınavda tek bölüm istenildiğinden 2. bölümü hazırladık. Bölüm inanılmaz heyecanlı başlıyor ve tansiyon diğer bölüme bağlanana dek asla düşmüyor. Eseri her çalışımızda nabız atışlarım herzamankinin iki katı daha hızlı atıyordu. Nefes nefese kalmamak ve müziğin verdiği müthiş heyecanı yaşamamak imkansız. Çalmaktan inanılmaz zevk aldığım bir eserdir. Söylemeden geçemeyeceğim: oda müziği hocamız Murat SÜMER'e bize kazandırdığı bu unutulmaz tecrübe için minnettarım ve teşekkürü bir borç bilirim!. Ve sevgili hocam Emel AKARSU'ya da "katkılarından dolayı" arkadaşlarım ve kendi adıma ayrıca teşekkür ederim.. Sevgiler!..

Bir buluşma: Second Waltz - Ercan Doğan

Amatörce keman çalıyorum.
Bundan 20 yıl öncesiydi sanırım. Bu tastamam çocukluğuma denk düşüyordu. Günün belirli saatlerinde radyodan duyduğum bir beste vardı. O besteyle haberlerin gelişini, hava durumu ya da bir tiyatronun (radyo oyunları)başlayacağını anlardım. Önceleri bu sadece benim için bir işaret gibiydi, benim radyonun karşısına geçmem gerekn zamnın işareti. Babam evimize ilk televizyonumuzu aldı o aralar. Ve TRT'de hafta sonları mıydı ne müzik programı yayınlanırdı. İşte ne olduysa o gün oldu. TRT de yayınlanan müzik programında kadınlı erkekli bir dans grubunun sahne üzerinde ahenkli dans edişini izlemeye koyuldum. Büyülenmiştim. Beni büyüleyense dans eşliğinde çalan müziğin benim radyo başına geçme zamanı olarak bildiğim müziğin çalıyor oluşuydu. O an içim bir hoş oldu. Sanki içimde ateş yanar gibi oldu. Sanki benim içinden birşey, bana ait birşey, tanıdık birşey, yıllardır hep içimdeymiş dediğim bir melodiydi bu sanki. Bağalnmıştım o müziğe ve eşliğinde müziğe uygun dans eden dansçıların ordaki varlığına. Büyük bir istek ve sabırla programın sonunu bekledim. Çünki biliyordum ki bu müziğin ya da eserin ne olduğuna dair bir anons geçecekti mutlaka. Çok sevindiğim bir şey oldu ardından. daha program bitmeden o an seyrettiğim eserin bitimiyle programı sunan spiker az önce izlediğim ve dinlediğimeserin kime ait olduğunu söylüyordu. Ertesi gün şehre indim ve bir müzik markette ( ozamanlar daha yeni yeni) gezintiye başladım. Oradaki görevliye bir besteciyi aradığımı ama hangi bölümde olabileceğini bilmediğimi söyledim. Bana hemen yardımcı oldu. Sonra bir kaset gösterdi bana. İşte o besteci dedi. Ve ekledi; "Bunu mu arıyorsunuz?" Evet dedim büyük heyecanla. Kaseti aldığı rafın üzerine baktım kötü yerleştirilmiş büyük puntalarla "Klasik müzik" yazıyordu. Nedir bu dedim kendi kendime... Gel zaman git zaman bunun bütün yüreğimin sesi olabileceğini ve bütün müziklerin anası olduğuna inandığım klasik müzikle (evrensel müzik) tanışmış oldum. Bundan sonrasında ise bu bütün müziklerin anası dediğin müziğin kimler tarafından "ana"sı haline getirilmiş olduğuna tanıklık ettim. Konser salonları hikayem öyle başladı. İlk biletim hala bende saklı. İlk gittiğim konser de yıllar önce radyodan dinlediğim o tatlı melodinin içinde yer aldığı klasik müzik konseriydi.
ve ardından gittiğim ilk senfoni...
İşte çocukluğumun vazgeçilmez hatırası gibi gördüğüm o unutulmaz anımı süsleyen, kulaklarıma gelen ilk heyecan verici melody, beste, eser, şaheser "Seccond Woltz" idi. Ve bestecisi de Dimtri Şostakovich idi...

10 Temmuz 2009 Cuma

Şostakoviç: Hayatı ve Eserleri


Dimitriy Şostakoviç, hiç kuşku yok, 20. yüzyılın en önemli müzik adamlarından birisi. Özellikle senfonik müzik alanında çağımızın yüzakı olan sanatçının üyesi oludğu Sovyetler Birliği Kominist Partisi, ülkesi, halkı, İkinci Dünya Savaşı ve en önemlisi sanat hakkındaki düşünceleri konusunda şimdiye kadar çok şey söylendi. Öyle ki, onun inanmış bir anti-komünist olduğunu bile yazmaya cesaret edebildiler. İşte bu kitapta, Şostakoviç'in hayata ve sanata bakışı, kendi dilinden aktarılıyor.

Kızıl devrimin yönlendirdiği hayat - Rana Altaras


Kızıl devrimin yönlendirdiği hayat
Arkadaşları 1975'te ölen Şostakoviç'in karakterini "Kırılgan, mütevazı, çocuksu, her şeyi yüzüne söyleyen, sivri dilli, çok akıllı ve despot" olarak betimliyor. FOTOĞRAF: AP
20. yüzyılın en önemli devrimci bestecisi Dimitri Şostakoviç 100 yaşında. 1917 devriminden çok etkilenip bu olayı kutlamak için ilk eserini veren Şostakoviç, arkasında 15 senfoni, baleler ve sayısız oda müziği eserinden oluşan etkileyici bir repertuvar bırakmıştı

26/09/2006 (989 kişi okudu)

RANA ALTARAS (Arşivi)

İSTANBUL - 2006'nın daha çok Mozart yılı olarak anılması tesadüf müdür bilinmez ama 25 Eylül 1906'da doğan ve 1975 yılında bu dünyadan göçen, 1920'li yılların avangart Rusyası'nın önemli sembollerinden olan, Dimitri Şostakoviç'in de bu yıl 100. doğum yıldönümü. Besteci her ne kadar 1917 devriminden çok etkilenip bu olayı kutlamak üzere ilk eserlerini vermişse de hayatı boyunca gerek Stalin gerekse haleflerinin politik ve estetik engellerine takılmış, buna rağmen geride dört opera, 15 senfoni, sekiz yaylı çalgılar dörtlüsü, baleler ve sayısız oda müziği eserinden oluşan etkileyici bir üretim bıraktı.
St. Petersburg'da liberal ve hoşgörülü bir ailenin üç çocuğundan ikincisi olarak doğan Şostakoviç, gerek besteci gerekse piyanist
olarak bir 'harika çocuktu'. Petrograd konservatuvarında Glazunov'un öğrencisi oldu. 1926 yılında 20 yaşında, mezuniyeti için bestelediği 1. Senfoni'si her ne kadar tüm dünyada çok başarılı olduysa da Marksist Metodoloji dersinden sınıfta kaldı. 1920'lerin sonlarıyla 1930'ların başları arasında bestelediği ve 1934 yılında sahnelen operası 'Mtsenk'li Lady Macbeth' operasıyla hem halkın hem de partinin saygı ve sevgisini kazandı. Ancak bu çok uzun sürmedi. Aynı opera, Pravda tarafından başlatılan bir karalama operasyonu ve Stalin'in de olumsuz
eleştirileriyle sahnelerden kaldırıldı. Tutuklanmanın sürgün veya ölümle sonuçlandığı bu dönemde Şostakoviç'in de tutuklanmasına ramak kalmıştı. İşte bu sırada ilk seslendirilişi 1961 yılında gerçekleşecek olan son derece modern 4. Senfoni'sini besteledi. Hemen arkasından da 1937 yılında çok geleneksel tınılara sahip 5. Senfoni geldi.
1941 yılında Rusya'nın Nazi işgali altına girmesi Şostakoviç için tekrar sahnelere dönmek demekti. Bir yandan fiili olarak Leningrad'ın savunmasını desteklerken, diğer yandan faşizme direnişi temsil eden ancak aynı zamanda Stalin zulmünden nasibini almış kurbanları da kodlanmış olarak anan 7. Senfoni'yi yazar. Eser 1942 yılında kuşatılmış şehirde ilk defa çalınır ve son derece duygusal anlar yaşanır. Eserin partisyonu mikrofilmler halinde ABD'ye kaçırılır, Toscanini yönetiminde seslendirildikten sonra büyük bir başarı kazanır ve tüm dünyada faşizmle savaşın sembolü haline gelir. Ancak bu mutlu dönem uzun sürmez ve Şostakoviç 1948'de komünist rejim tarafından tekrar mahkûm edilir. Kirasını ödemek üzere film müzikleri, rejimle barışı sağlamak için de onları mutlu edecek müzikler yazarken, asıl yazmak istediklerini sumen altı eder. 1949'da rejimin resmi bestecisi olur. Ancak bunların hepsi görünüştedir. Antisemit Stalin rejimine rağmen yidiş şiirler üzerine Yahudi melodileri besteler. 1953'te Stalin'in ölümü ardından çalınan 10. Senfoni'si diktatörü gizliden gizliye mahkûm etmektedir.

Fal açmakta usta
1960 yılında Sovyet Supremi'nde temsilci olan Şostakoviç Stalin'in halefleriyle ilişkilerinde son derece dikkatli olur. Ancak duruşunu, 1962 yılında Naziler tarafından Ukrayna'da katledilen Yahudileri anlatan Yevtuşenko'nun şiirleri üzerine bestelediği Babi Yar adlı 13. Senfoni'siyle korur.
Kızı tarafından obsesif olarak tanımlanan, kırılgan ama sinirli Şostakoviç'in dehasının temelinde her sanatçıda olduğu gibi diğer insanlara göre algılarının daha açık olması ve hassasiyet yatıyordu. Boş zamanlarında kâğıt oynamayı seven, fal açmakta usta olan Şostakoviç'in karakterini arkadaşları çelişkilerle dolu olarak betimliyor: "Kırılgan, mütevazı, çocuksu, her şeyi yüzüne söyleyen (ancak) sert, sivri dilli, çok akıllı, despot..."
Hayatının son dönemleri, özellikle votka ve sigaradan vazgeçememesi sonucu ciddi sağlık sorunlarıyla geçti. Ölüm düşüncesine kafa yorduğu bu dönemde son eserlerini bu temayla ilişkilendirdi. 1975 yılında akciğer kanserinden vefat ettiğinde, Pravda Şostakoviç'in ölümünü, Brejnev'in ve polit büronun vefat ilanı metnini onaylamasının ardından, ölümünden üç gün sonra yayımladı.


http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=199763

Müzik, siyaset ve insanlık durumları - Ahmet Makal


24/09/2006

Değerlendirme nasıl ve hangi ölçütlerle yapılırsa yapılsın, Rus besteci Dimitri Şostakoviç, 20. yüzyılın büyük müzik, özellikle de senfoni ustalarından biridir.

AHMET MAKAL (Arşivi)

Değerlendirme nasıl ve hangi ölçütlerle yapılırsa yapılsın, Rus besteci Dimitri Şostakoviç, 20. yüzyılın büyük müzik, özellikle de senfoni ustalarından biridir. Bu senfoniler, birer müzik eseri olmanın yanı sıra yazıldıkları dönemlerin tanığıdır da. İkinci Dünya Savaşı sırasında kuşatma altındaki Leningrad'da bestelenen 7. senfoni, herhalde dünya yerinde durdukça, insanlık tarihinin en dramatik olaylarından birine tanıklık yapmaya devam edecek. Şostakoviç, 25 Eylül 1906 günü doğmuş, 1975 yılında ise dünyamıza veda etmişti. Yani, tam da yarın, sanatçının 100. doğum gününü kutluyoruz. Şostakoviç, müzik dünyasının son dönemlerde üzerinde en çok konuştuğu bestecilerden biri, belki de birincisi. Bu konuşmalar Şostakoviç'le ve müzikle sınırlı kalmıyor, sanatçı özgürlüğüne, sosyalizme, Sovyet rejimine, Stalin'e kadar uzanıyor. Şostakoviç yaşadığı dönemde, Sovyet rejiminin başarısını temsil eden politik bir simge gibiydi ve 1960'ta Komünist Parti'ye üye olması bunu daha da pekiştirmişti. Buna karşılık o, aynı dönemlerde Batılı müzik çevreleri tarafından 20. yüzyılın öncü müzik akımlarına kapalı, deyim yerindeyse muhafazakâr bir besteci olarak değerlendirilir, Sovyet sanat anlayışının bir simgesi olarak görülürdü. İlhan Mimaroğlu, 1961 yılında, Prokofiev dışındaki tüm Sovyet bestecilerini "yirminci yüzyıl musikisinin gericileri" olarak nitelemekteydi. Kuşkusuz ki, bütün bu değerlendirmelerin arkasında, zaman zaman karşı çıkışları olmakla birlikte, Sovyet rejiminin baskılarına boyun eğmiş, müesses nizamla ve onun sanat anlayışıyla uzlaşmış bir Şostakoviç resmi vardı. Böylece, dönemin soğuk savaş koşullarında, Şostakoviç'in şahsında Sovyet yönetimi de eleştirilmiş oluyordu.
Simgelikten karşıtlığa
Sonraki gelişmeler biliniyor. Değişen devirlerle birlikte, dünya da adamakıllı değişti. Sosyalist ülkelerin bu değişimleri daha da radikal biçimde yaşadığını söylemeye bile gerek yok. Bu değişim sürecinde geçmiş de yeni baştan yorumlanıp yazılırken, kadim Sovyet rejimiyle Şostakoviç'in tarihsel birlikteliklerine de son verildi ve Batıdaki Şostakoviç imajı büyük ölçüde değişime uğradı. Bu değişim sürecinin en önemli halkalarından biri, Solomon Volkov'un besteciye atfen kaleme aldığını savunduğu 'Tanıklık Tutanağı-Şostakoviç'in Anıları' adını taşıyan kitaptı. Batıda 1979 yılında basılan bu kitabın otantikliği konusunda çok ciddi kuşku ve tartışmalar yaşandı ve yaşanmaya devam ediliyor. (Bu kitap, 1992'de ülkemizde de yayımlandı.) Tarih tekrar yazılırken, Şostakoviç'e atfedilen rol de değişmişti. O artık, şöyle ya da böyle, Sovyet rejiminin uygulamalarından acı çeken bir insandı. İçinde yaşadığı koşullarda dışavurum yolları kapalı olduğu için, bu acısını da ironik biçimde eserlerine yansıtmıştı. Müzik dünyası, Şostakoviç'in eserlerini tekrar tekrar değerlendirmeye ve içlerinde düzene karşı ironiler keşfetmeye başladı. Bu süreçte, bestecinin müzikal açıdan niteliksiz sayılabilecek bazı eserlerine de iradilik yüklemesi yapılıyor, "evet, boş ya da bayağı ama Şostakoviç tam da bunu anlatmak istemişti zaten" deniliyordu. Besteciye yapılan yüklemeler o noktaya vardı ki, Kirov Operası'nın ünlü müzik yönetmeni Valery Gergiev'in onun savaş dönemi senfonilerinden yaptığı kayıtları da içeren DVD, "Şostakoviç Stalin'e Karşı" başlığıyla yayınlandı!.. Bütün bu tartışmalarda, Şostakoviç bu defa düzene karşı bir figür olarak simgeleştirilmekte; müziği de onun ironilerini ifade eden taşıyıcılar olarak araçsallaştırılırken, aynı zamanda geri plana itilmiş olmaktaydı. Tıpkı düzenin bir figürü olarak simgeleştirildiği dönemdeki gibi. Şostakoviç özlediği ve hak ettiği özgürlüğe bu defa da kavuşamamıştı. Kuşkusuz ki, bir besteciyi ve eserlerini kendilerini kuşatan toplumsal-kültürel ortamdan ve bunun önemli bir öğesi olarak siyasetten bağımsız bir biçimde anlamlandırmak mümkün değil. Bu Şostakoviç için özellikle böyle. Ancak bu ilişkileri, pozitif ya da negatif, ama doğru olmayan yüklemelerle kurmak, bunu yaparken de bestecinin sanatını ve eserlerini arka plana itmek çok doğru olmamalı.
İronik dahi mi?..
Bir besteci olarak değerlendirildiğinde, Şostakoviç kendisi için kullanılan bir ifadeyle "ironik dahi" miydi? Salt müzikal açıdan bakıldığında, durum pek de karmaşık görünmüyor. İroniklik konusu bir tarafa, 20. yüzyılın öncü müzik akımlarından uzak durmasına, müziğindeki kısmi bayağılıklara, içi boşluklara rağmen, kendisini sevmeyen müzik eleştirmenlerinin de kabul ettiği gibi Şostakoviç için "dahi" nitelemesi herhalde uygun düşer. Sovyet rejiminin sanat üzerine getirdiği yönlendirme ve sınırlamaları aşarak kendi müzikal kişiliğini ortaya koyabilmek için, ancak Prokofiev'in ve Şostakoviç'in dehasına sahip olmak gerekirdi!
Sosyalizm ve reel sosyalizm
Peki, müziği dışında, Şostakoviç aslında nerede duruyordu ve Sovyet rejimiyle ilişkisi nasıl açıklanmalı? O bir "gönülsüz devrimci" miydi? Yoksa, rejimle ilişkisi, moda deyimiyle "Stockholm sendromu" olarak nitelenebilir mi? Bu sendrom, esaret altına alınanın, esaret altına alana duygusal olarak yakınlaşması biçiminde tanımlanıyor. Buna, zorunlu ve engellenemeyecek bir durumu duygusal açıdan rasyonalize etmek, bir anlamda yaşamayı mümkün kılmak için esareti içselleştirmek de denebilir. Sanıyoruz ki, Şostakoviç açısından böyle içselleştirilmiş bir esaretten söz etmek çok anlamlı değil. Zaman zaman yönetimle sorunları olmasına, birkaç defa gözden düşüp sonra itibarı iade edilmiş olmasına karşın, Şostakoviç içinde yaşadığı toplumun ve düzenin bir ürünü ve onunla tümüyle bütünleşmese de, bir parçasıdır. O düzenin içine doğmuş, onun içinde gelişmiş, onun kurumlarında üst düzeyde görevler almış, onun maddi-manevi nimetlerinden yararlanmıştır. En azından Batılı meslektaşlarının büyük bölümünden daha iyi koşullarda yaşamış, yurtdışı seyahatlere bazen resmi temsilci olarak gönderilmiş, düzenin kendisine sunduğu ayrıcalıkları kullanmıştır. Şostakoviç'e, Lenin ve Stalin'in adını taşıyanlar da dahil olmak üzere ülkesinin en büyük ödülleri verilmiş, eserleri Batıdaki meslektaşlarına nasip olmayacak koşullarda seslendirilmiş ve kayda alınmıştır. Kendisinin pragmatik bir insan olduğu, yani "nabza göre şerbet verme" gibi bir huyunun bulunduğu da biliniyor. Sanıyoruz ki, bu koşullarda Şostakoviç'in müesses nizama karşı olmasının maddi ve manevi koşulları oluşmaz. Ancak, haydi biz de ironik biçimde ifade edelim, Şostakoviç'in kişiliğinin aynı zamanda utangaç ve içe dönük bir yönü olduğu da biliniyor. Onun bir sanatçı olarak, parçası olduğu müesses nizam içerisinde, zaman zaman kendisine ve sanatına da yönelen uygulamalardan derin acı duyduğuna kuşku yoktur. Sosyalizmin eşitliğe ve özgürlüğe dayalı devasa insanlık ütopyasının, üretim araçlarının biçimsel kolektif mülkiyetine indirgendiği, "demokratik merkeziyetçilik"in demokratikliğinin gidip merkeziyetçiliğinin kaldığı, sanatın müesses nizamın bir ideolojik aygıtı olarak görüldüğü ve bu yolda maddi-manevi mükâfat ve cezaların seferber edildiği bir düzen altında yaşamak, herhalde kişisel düzeyde Şostakoviç'i mutsuz edici sonuçlar doğmasında etkendir.
Ne yapmalı?..
Gelin sevgili Radikal İki okurları, Şostakoviç'i özgürleştirelim, doğumunun 100. yılını onun eserlerini dinleyerek kutlayalım. Bunun için, onunla aynı dönemleri, aynı zorlukları yaşayan, eserlerini kendileri için yazdığı, yakın dostları olan sanatçıların yorumları biçilmiş kaftandır. Yevgeni Mravinsky yönetimindeki Leningrad Filarmoni Orkestrası'ndan onun kişiliğinin dışa dönük yanını yansıtan senfonilerini, David Oistrakh'tan keman eserlerini, Rostropovich'ten viyolonsel eserlerini, Nikolayeva'dan prelüd ve fügleri, Borodin Dörtlüsü'nden onun kişiliğinin içe dönük yanını yansıtan yaylı çalgılar dörtlülerini dinleyelim. Dinlerken, günün birinde eşitlikçi, özgürlükçü ve sanat üzerindeki baskıların kalktığı bir dünyada -ve tabii ülkede- yaşayacağımızı da hayal edelim, isterseniz... 100. doğum günün kutlu olsun Dimitri Dimitriyeviç Şostakoviç, huzur içinde yat!..

AHMET MAKAL: Prof. Dr., AÜ SBF



http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=874204&Date=26.02.2009&CategoryID=42