İdefix.com

10 Temmuz 2009 Cuma

işçilerin ezgilerinde mozart'ın ışığı - Yasin Kayırtar


06/02/2008
işçilerin ezgilerinde mozart'ın ışığı
Yasin Kayırtar-yasinkayirtar@hotmail.com

“… daha bir gün önce yüksek saray erkanından başka kimsenin giremediği bu yaldızlı localarda, bugün denizci giysileri içerisinde bahriyeliler, Rus gömlekleri giymiş köylü delikanlılar, başları mendille bağlı kızlar, işçiler oturmuşlar Mozart’ın Requiem’ini dinlemektedirler.”
İşte büyük Ekim Devrimi’nden hemen sonra, Rusya halkının yaşamındaki “küçük” ama önemli bir değişim tablosundan kısa bir alıntıdır yukarıdaki. Halk kendi müziğini üretmişti yıllarca. Tamamen kendi doğal yaşantısı içerisinde şekillendirdiği müziğinin sorunlarının yanı sıra asıl sorun şuydu: Kapitalizm, tüm sanat dalları gibi müziği de yanlızca küçük bir azınlığın müziği haline getirmişti ve halkın cahil olduğunu ve asla anlayamayacağına dair safsatalarını yayarken, klasik müziğin tüm yaratıcı ve geliştirici yönlerini kendi halkından uzak tutmuştu. Oysa sosyalizm, kendi sisteminin vaadlerini asla ama asla sadece politik-ekonomik gelişmelerle açıklamamıştı. Hedef sadece özel mülkiyetin ortadan kaldırıp üretim araçlarının tüm topluma mal edilmesi değildir. Küçük bir azınlığın hakkı olarak görülen her şeyin toplumsallaştırılması, onun, insanlığın kendi çıkarına ve yararına kullanılmasıdır. Yaşamın içerisindeki insan için olan her şey insanındır ve sanat da bunun en büyük parçalarından birisidir. “Sanat halka aittir. Sanatın kökleri de derinlemesine, geniş, çalışan yığınların bağrına dolmalıdır.” (Lenin)

Formalizmden Büyük Yaşama Giderken
Devrimin hemen ardından yapılacak çokça iş vardır. Halkın müziği ile “sanatsal” müzik arasındaki uçurumun ortadan kaldırılması bunlardan biri. Bu uçurum basitçe operaların, büyük senfonilerin, balelerin kapılarını halka açarak giderilemezdi. Bu sorun Sovyetlerin de tarif ettiği gibi sanatsal üretimler içerisinde halkın rahatlıkla ilgisini çekebileceği halk müziğinin kullanılması ve formalizmden tamamen uzaklaşıp gerçekçi müziğe yönelmekti. Formalizmi mahkum eden tartışmaları ve onu anlayamayan eleştirmenlerin, gerçekleri sulandıran saldırıları bugün bile ortalığı karıştırsa da, formalizm tartışması sosyalizmin inşa sürecinin var oldukça mahkum edeceği bir tartışmadır ve öyle de olmuştur. “ Sanatçılara devrimci ve estetik duygular dayatma niyeti yoktur. Böyle bir dayatmanın sonucunda ortaya çıkan sadece devrimci sanatın sahte taklitleri olabilir. Devrimin sanat alanında beklentisi şudur ki; sanatın formalizmden kurtuluşu ve yeniden asıl tanıma, yani büyük düşünmenin ve büyük yaşamanın güçlü ve sürükleyici ifadesine kavuşturmak.” (A. Lunaçarski) Her ne kadar bu tartışma başka bir yazının konusu olsa da Sovyet müziğini konuşurken bu tartışmaya değinmemek çok önemli bir eksikliktir.

Müzik ve Gerçek Yaşam
Bizzat Lenin’in imzaladığı kararnamelerin en başında, müzikle ilgili yayın yapan şirketlerin devletleştirilmesi, Petrograd ve Moskova Konservatuarları’nın Halk Eğitim Bakanlığı’na bağlanması idi. Ve ardından “devlet desteğiyle müziğin geliştirilmesi” kararı, devrimin ilk yıllarında açlık ve yoksullukla boğuşurken başladı. Tarihte ilk kez müzik eğitimi genel olarak yüksek eğitimle eşit temele oturtulmuş, yedi yıllık müzik eğitimi zorunlu kılınmış, onlarca yeni müzik okulu açılmış, senfoni orkestraları ve baleler kurulmuş, özel yetenekli öğrenciler devlet bursu ile özel eğitimler almışlardır. Moskova, Petrograd ve Kiev üçlüsünde ileri konservatuarlar kurulmuş ve başına çok önemli müzisyenler getirilmiştir. Eserleriyle dünyanın en çok sevilen müzisyenleri Şostakoviç, Prokokiyef, Stravinsky, Lev oborin, Aram Haçaturyan gibi müzisyenler, Sovyetler’in müzik politikaları çerçevesinde burslar almış, bu okullarda eğitim görmüşlerdir. 1920’lerde gerçekleştirilmeye Leningrad’da başlanan ve 1936’da Moskova’nın da katıldığı amatör sanatçılar olimpiyatları düzenlenmişti. Bu olimpiyatlar, büyük oranda açık hava olimpiyatlarıydı ve bütünsel kitle eğlencelerinin geliştirilmiş bir türüydü. Bu olimpiyatlarda yüz binlerce sanat topluluğu, korolar, dans toplulukları yer almıştı. Bu gösteriler geniş kitlelerin beğenisini geliştirmeyi ve sanatı milyonlarca emekçiye yaklaştırmaya can atan binlerce profesyonel müzisyen tarafından yönetiliyordu.
Sadece Rusya merkezinde değil, sosyalist kültür inşası tüm cumhuriyetlere yayılıyordu. SSCB Sovyet bestecileri birinci kongresinin ardından Rus olmayan cumhuriyetlerde müzik faaliyetleri daha da canlandı. Gürcistan, Ermenistan ve Azerbeycan başta olmak üzere çok güçlü bestecilik okulları kurulmuş, bu ülkelerin halk müziklerinin özgünlüklerine uygun bu okullarda çok güzide eserler bestelenmiştir. Estonya, Litvanya, ve Letonya’da hiç olmadığı kadar yaratıcı çalışmalar üretilmiş, çoğunluğu gençlerden oluşan önemli bir genç müzisyen kuşağı Baltık ülkelerinin halk kültürünün sosyalizm koşullarında başarıyla gelişmesini sağlamışlardır. Ve sayısı iki binin üzerinde olan besteciler “SSCB Besteciler Birliği” adıyla örgütlenmiş, özel müzik fonlarıyla desteklenerek tüm zamanlarını beste yapmaya ayırmışlardır. Bu birliğe bağlı; Sovyet müziğinin tanıtılması için bir büro, Sovyet bestecilere ait yayınevi ve ülkenin çeşitli köşelerinde yaratıcı çalışma yapanlara ayrılmış birçok evleri vardır. Sadece Rus müziğine yönelik değil, dünya müziğine dair özel plak kitaplığı oluşturmuşlar ve isteyen herkes özel stüdyolarda bunları dinleyebilmiştir.

‘Yeni Zamanlara Yeni Ezgiler Gerek’
(Rus atasözü)
Sovyet müziğindeki bu atılımlar dünya halklarının da ilgisini SSCB’ye çekmişti. Lev Oborin 1927 yılında Varşova’da düzenlenen Chopin yarışmasında birincilik tacını giydikten sonra bu ilgi daha belirgin bir hale gelmiş ve ileriki yıllarda Los Angeles Güney Kaliforniya Üniversitesi’nde düzenlenen bir müzik festivalinde konseri izleyen halk, Sovyet müziğini neden sevdiğini şöyle tarif etmiştir “Sovyet bestecileri müzikte evrensel ve kollektif duyguları yansıtıyor, dinleyicilere çağdaş insanın yaşamdan zevk alabileceğini, düş kurmaktan hoşlanabileceğini, nefret edip savaşabileceğini, karşıt siyasal inançlardan milyonlarca insanın, gönlüne en yakın duyguları tadabileceğini söylüyor.” Oysa aynı konseri izleyen halk çok yetenekli olan batılı müzisyenlerin müziğini; imgeler ve mesaj üzerine kurulu olarak, korku, çöküntü, sinirsel heyecanlılıklar ve yalnızlık duyguları yansıtmakla kaldığını tarif ediyor. İşte formalizm tartışmaları tam buraya oturuyor ve Sovyet müziğinin halka daha başka türlü gelmesini Moussorgski şöyle tarif ediyor: “Bu, bestecinin en yakınındaki dinleyicinin dar çevresine değil de halkın çoğunluğuna seslenen bir dildir”. “Halk için sanat” fikri, almış yürümüştür artık. Sovyetlerden başlayan bu yayılmanın en güzel örneği, Şostakoviç’in Leningrad Senfonisi’dir. Şostakoviç, Sovyetler’de en çok sevilen bestecilerden birisidir ve tüm melodileri Sovyet halkının dilindedir. Ki Sostakoviçin eserleri halk için sanat fikrinin ne kadar da gerçek bir tanım olduğunu göstermiş, İkinci Dünya savaşı sırasında faşist istilaya karşı Leningrad savunmasına katıldığı sıralarda yazdığı Leningrad Senfonisi, tüm dünyadaki anti-faşist dinleyicileri çoşturmuştur ve dünya halklarının kafasını karıştıran birçok eleştirmenlere de cevap niteliği taşıyarak, müziğin “çaptan düşmediği”ni ve müziği anlamanın zor olmadığını, halkın yaşamında en büyük önemi taşıyabileceğini, gericiliğe ve insanı yok etmek isteyen güçlere karşı toplu mücadelesinde esin verebileceğini kanıtlamıştır. Sovyet müziğine dair eksik bıraktığımız birçok şey vardır elbet. Sovyet sinemasının müziğe olan katkısından, sıradan halk kesimleri içerisinde yaygınlaşan koro deneyimlerine, formalizm tartışmaları ekseninde uluslararası alanda çarpıtılan onlarca tartışma konusuna kadar. Unutulmamalıdır ki, bunları bize yazdıran da, eksik kalanlar da büyük bir mirasın ürünüdür. Bu mirası bütün yönleriyle okumak ise geleceğimizdir.

Kaynaklar:
Sanat ve Edebiyat Üzerine/Marx-Engels-Lenin
Devrim ve Sanat-A. Lunaçarski
Müzik Üzerine Tartışmalar / Derleme/Evrensel Basım Yayın
Müzik Neyi Anlatır / Sidney Finkelstein

http://www.genchayat.evrensel.net/haber.php?haber_id=432

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder